Dışı sarı kehribar, özünde kan kırmızı,
Nadide gülü öpen peri şahının kızı!
Buse peri kızından öpülen gül-i rana,
Öpen mi, öpülen mi gönüllerin hırsızı?
Değen efsunlu dudak kendinden güzel diye,
Gülün narin tacından gönlüne düştü sızı!
Yakutun ateşini, inci ışıltısından,
Kıskanarak döküldü yedi ülker yıldızı!
İşte o an bozuldu gül-i rana büyüsü,
Rüzgârdan kanat aldı akan zamanın hızı.
Bir sam esti bir ayaz ayrılığın rüzgârı,
Yanan nadide güldü donan kader yalnızı!
Kader yalnızı bendim şans elimi bıraktı,
ömür nehrinde kaç mevsim sensiz aktı?
Dile kolay yirmi yıl kurşunî hicran tülü,
Gönül saraylarımın camlarına örtülü!...
Senden bir anı yok ki bana
Sevdan kahır verdi cana
Ruhen yıkılan bu gönlümün
Anlar halinden gül-i rana
Mil çekili gözlerim sitemli çığlıklarım,
Başım toprağa eğik, boynum hâlâ bükülü.
Ne yapsın bilemez ki: Sönmeyen bu ateşin,
Yirmi yıl sonra bile alevlenirken külü.
Vuslat dualarına geçit vermez zindanın,
Kurşunî kapıları üzerime sürgülü!
Ey zifir gecelere beklenen nûr utkusu,
Bir seda versen artık ömrümün tek tutkusu!
Zembereğin çarkından boşandığı bir an'a,
Zamanın durduğunda boy veren gül-i rana!
Hangi efsunlu aya fecrinde filiz verdin?
'' En uzun gün en kısa geceydi, hazirana!...'Diyen billûr sesinin büyüsünde sarhoşken,
Gönül dağım tipiye teslim oldu borana!
Bana yazı düşmedi boşuna bel bağladım,
Bahtımın kurasında çift taraflı tura'na!
Kaç hayal perdesinden resmine kerem gitti,
Kalbimin his telinde ibrişimle durana!
Ey dumanlı başıma belâ yağdıran peri!
Beden zamansız düştü pusudaki hicrana.
Ey alevi iksirde içiren gül-i rana,
Hicranın kızıl koru hiç düştü mü şurana?