?????? ????? ??????????? ??????????
?????????? ??????????? ???????????
1
İMANDA ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.
Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.
Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş'e içinde zikirhaneler… Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor.
Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah'a şükreder.
Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:
'Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”
Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. 'Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.
Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip onu mânen tâzip eder.
Diğer adam ise, mü'mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.
Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder.
Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz dai¬ma 'Elhamdü lillâhi alâ dini'l-İslâm ve kemâli'l-îman” 2 demeliyiz.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler :
1 : 'O takvâ sahipleri öyle kimselerdir ki, gayba iman ederler.” Bakara Sûresi, 2:3.
2 : Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah'a hamd olsun.
Lügatler :
âdil : adaletli
ahz-ı asker : asker alımı
aksetmek : yansımak
âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât : gelişmişlik ve kalkınmışlık eserleri
bahtiyar : talihli
batn : iç
bedbaht : talihsiz, kötü talihli
bedbin : ümitsiz, karamsar
bîçâre : çaresiz
Cenâb-ı Hâlık : Yüce Yaratıcı, Allah
cezbe : Allah aşkıyla kendinden geçme
dağdağasız : sıkıntısız, ızdırapsız
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
dâr-ı fâni : geçici yer, dünya
dehşetli : korkunç
diğer bir âlem : âhiret, öteki dünya
divane : deli
ecel : ölüm vakti
ecnebî : yabancı
elem : acı, üzüntü
elîm : üzücü, acı verici
evham : vehimler, kuruntular
evvelki : önceki
fâsık : günahkâr
fena : kötü
firak : ayrılık
gafil : duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
hakendiş : hak taraftarı
hakikat : gerçek
halet : hal, durum
hazin : hüzünlü
hodbin : kendini beğenmiş, bencil
hodendiş : yalnız kendini düşünen
hodgâm : keyfine düşkün
hüdâbin : Allah'ı tanıyan
hüdâperest : Allah'a ibadet eden
intizam perver : düzeni seven
işret : içkili eğlence, sefahet
küfür : inkâr, inançsızlık
lâtif : güzel, hoş
leziz : lezzetli
Mâlik-i Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan herşeyin sahibi Allah
mânen : mânevî olarak
matemhane-i umumî : genel yas evi
melik : hükümdar
merhametkâr : merhametli, şefkatli
mesrur : mutlu
mesrurâne : mutlu olarak
mevcudat : varlıklar
meydan-ı imtihan-ı ins-ü cân : insanların ve cinlerin imtihan yeri
meyusâne : ümitsizcesine
muktedir : güçlü, iktidar sahibi
mûnis : sevimli, dost
muvazzaf : vazifeli, görevli
muzlim : karanlıklı
mü'min : imanlı, Allah'a inanan
müferrah : ferahlamış, huzurlu
müstakim : dosdoğru olan
müşfik : şefkatli
müteellim olmak : üzülmek, acı duymak
nağamat : nağmeler, hoş sesler
nazar : bakış
nedamet etmek : pişman olmak
nefis : kişinin kendisi
neş'et etmek : doğmak, kaynaklanmak
nihayet : son
raiyetperver : halkına iyi davranan
saadet : mutluluk
sadâ : ses
selâmet : güven, esenlik
Seyyid-i Kerîm : ikram ve cömertlik sahibi efendi, Allah
sille : tokat, şamar
suret : şekil
sülûk etmek : yönelmek, yola girmek
sürur : mutluluk
şehrâyin : şenlik
tahribat : yıkıp bozmalar
tâlimgâh-ı beşer ve hayvan : hayvan ve insanların eğitim yeri
tasdik etmek : doğruluğunu kabul etmek
tâzip etmek : azap vermek
tecellî : yansıma
tefrih : ferahlama
tehlil : 'Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki 'lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek
tekbir : 'Allah en büyüktür” mânâsında 'Allahu Ekber” demek
temsîlî : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik
terhisat : serbest bırakılmalar, salıverilmeler
terhisât-ı umumiye : genel izin, salıverilme
tesbih : Allah'ı kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tevehhüm etmek : kuruntuya kapılmak, zannetmek
tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye : hayvan ve insanların doğumu
tezahür etmek : görünmek
tûbâ-i Cennet : Cennetteki tûbâ ağacı
ulvî : yüce
umum : bütün
umumî : genel
vâveylâ : feryat
vazifedar : vazifeli, görevli
vazife-i hayat : hayat görevi
vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye : hayvanların ve insanların ölümleri
vehim : zan, kuruntu
zahir : dış
zakkum-u Cehennem : Cehennemdeki zakkum ağacı
zevâl : geçip gitme, kaybolma
zîhayat : canlı
zikir : Allah'ı anma
zikirhane : Allah'ın anıldığı yer
zikirhâne-i Rahmân : çok merhametli olan Allah'ın anıldığı mekân