Asrın Sultanlarından mübarek Emir Sultan. Molla Fenari'ye ilim hazinesinin altın anahtarını sunan sultan. İlim deryasından susamış gönüllere damla damla hikmet dağıtan sultan. Molla Fenari'nin üstadı zamanın en büyük ulemasından Emir Sultan. Gecenin örtüsünü çekip yerini sehere bıraktığı bir gün Mübarek ilim fışkıran bedeninden inciler sunarken talebelerinden birini çağırır. Ondan erkenden çarşıya gidip bazı ihtiyaçları karşılamasını ister. Talebe yola koyulur hemen ve çarşıya varır çok geçmeden. Şehrin sokaklarından dükkanlara yöneldiği zaman insanların bölük bölük camiye yöneldiğini görür aniden ve sorar ahaliden gelip geçenlere: 'Bu insanlar nereye gidiyor böyle”
Ona Molla Fenari'nin vaaz verdiğini söylerler Ulu Camide. İlim aşkıyla yanan, lakin daha manevi ilimden pek anlamayan talebe camiye yönelir. Şeyhülislamın hayır duasını alırım diye. Şehrin en büyük camisine vardığında mahşeri bir kalabalık toplanmıştır şeyhülislamın etrafında. Sessizce yürür ve içeriye yürür, oturur bir köşede. Daha şeyhülislam Molla Fenari cümlesini tamamlamadan aman Allahım adeta beşik üstünde sallanıyordu kubbe. Sarmıştı koskoca camiyi dehşet verici bir zelzele. Aniden panikleyen halk dışarı doğru yöneldi korku dolu gözlerle. Biraz evvel camiyi sarsan gazabın bir izi bile yoktu görünürlerde. Koştular hemen vaize doğru alelacele. Ey üstad dışarda zelzele yok diye. Molla Fenari durumu anlar ve bir müddet murakabeye çekilir. Koskoca cami yerle bir olmak üzere iken mübarek mana âleminden buyurdu. Ey insanlar, içinizde Emir Sultan'ın hizmetle görevlendirdiği biri var. Allah rızası için terk etsin burayı derhal. Aksi takdirde koskoca kubbe yıkılacak üstümüze. Hepimizin akıbeti helâk olacak. Heyhat, biraz gaflete dalmış akıl uyandı aniden. Öyle bir uyanış ki, koşar adımlarla çıktı camiden. Yüreği haykırırken kaynıyordu her yanımdan nedametle dolu sitem. Boynu bükük utanç dolu duygularla dergâha yönelirken çoktan zelzele kesilmişti. O çıkar çıkmaz camiden aklımda saf duygularla kaynayan garip düşüncelerle mahzundu talebe. Gönlü yanıyordu bir korkuydu onu ürküten. Hâşâ üstadından olan korku değildi. Onu bu korkuya sevkeden yaptığı büyük hatanın korkusuydu. Gözlerinde tir tir titreyen utancıydı onu perişan eden. Nasıl böyle bir hataya düşmüştü. Nasıl mürşidi Emir sultanın huzuruna çıkacaktı Mecalsiz adımlarla ve bir çift fersiz gözle huzura çıkacaktı. Kor gibi yanıyordu her yanı. Kızarmış yüzünü kaldıramıyordu yerden ve geldiği haber verdiler Emir Sultanın. Buyurdu zamanın üstadı. Derhal gelsin yanıma. Talebe huzura çıkarken boğuluyordu terden adeta. Onu bu hale sokan yaptığı hatanın idraki idi ve işte o an huzura çıkmıştı bekliyordu. Tütüyordu ciğeri duman duman asrın sultanı mübarek Emir Sultan başını kaldırıp talebeye baktı. Bu bakış öyle bir bakıştı ki yıkacaktı dağları o heybetli nazarı. Eyvah o ne celaldi ki ey üstadlar üstadı. Yerle bir olurdu şüphesiz karşıda duran en çetin surlar olsaydı. Talebeden yükseldi aniden acı dolu bir ses. Yere düşüp bayıldı. Oracıkta derin bir nefes, talebe bir müddet sonra kendine gelip ayılınca ilmin verdiği yüce erdem sahibinin merhametli bir çift nur dolu mahzun doluydun süzen talebeyi ve dünyalara bedel nasihat kokan inciler döküldü gül kokan mübarek Emir Sultanın ağzından. Ey oğlum dünyevi ve uhrevi ihtiyaçlarınız karşılanmadı mı ki başkalarından yardım beklersiniz. Bir kimsenin hocasından çeşit çeşit nimetlere kavuşurken gidip başkasından sual sorması, yardım istemesi, ilim öğrenmesi hem ayıp hem gevşekliktir buyurdu. Ya Rabbi bizi mürşidimizin himmet ve dualarından mahrum etme. Bizi ahirette de onunla haşret. Âmin.